Muzik_Endustrisine_Bakis_1

Müzik Prodüksiyonu için Alternatif Yöntemler ve Amanda Palmer Örneği” başlıklı yazım oldukça ilgi toplamıştı. Anlaşılan o ki müzik prodüksiyonu, finansman, dağıtım ve benzeri konularda yeni ve alternatif yöntemler birçok müzisyenin ve müzik prodüktörünün ilgisini çekiyor. Başlangıcından sonra uzun yıllar aynı şekilde devam edem müzik endüstrisinde son 10-15 yılda büyük değişimler oldu ve olmaya devam ediyor. Eğer müzik üretiyorsak bu değişimleri göz ardı edemeyiz, etmemeliyiz.

Bobby_Owsinski_Music_4_0Müzik endüstrisinin günümüzdeki işleyişini ve modelini daha iyi anlamak ve özümsemek için uzak olmayan tarihçesine bakmak lazım diye düşünüyorum. Bobby Owsinski, Music 3.0: A Survivival Guide for Making Music in the Internet Age ve ardından güncelleyip yayımladığı Music 4.0: A Survivival Guide for Making Music in the Internet Age adlı kitaplarında müzik endüstrisinin tarihini dönemlere bölmüş ana hatlarıyla çok yalın ve herkesin anlayabileceği bir şekilde anlatmış. Ben de Owsinski’nin kitabı üzerinden giderek müzik endüstrisinin geçmişine ve güncel durumuna bakmak ve bunu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Başlamadan önce Owsinki hakkında kısa bilgi vermek iyi olacaktır… Bobby Owsinski, müzik yapımı ile ilgilenenlerin yakından tanıdığı bir isim. Ses kayıt, müzik prodüksiyonu ve müzik endüstrisi üzerine 24 kitap yazmış olan Owsinski’nin aralarında Elvis Presley, Jimmy Hendrix, The Who, Willie Nelson, Neil Young, The Ramones ve Chicago gibi isimlerin de bulunduğu çeşitli sanatçıların sayıları 100’den fazla olan ‘surround sound’ projesinde imzası bulunmaktadır. Owsinski, 1-2 Kasım 2012 tarihinde Bilkent Üniversitesi’nde gerçekleşen ATMM 2012 (Audio Technologies for Music and Media – Müzik ve Medya için Ses Teknolojileri) konferansı kapsamında ana konuşmacı (keynote speaker) olarak Ankara’yı ziyaret etmişti. Owsinski’nin konuşmasının teması yeni müzik endüstrisi ve sosyal medya bağlantıları üzerineydi ve konferans katılımcıları tarafından büyük ilgi görmüştü.

Bobby_Owsinski_Ufuk_Onen_ATMM2012

Bobby Owsinski ve Ufuk Önen (ATMM 2012 Konferansı, Bilkent Üniversitesi, Ankara)

 

Müzik 0.5: Başlangıç

Müzik endüstrisinin temelleri aslında gramofondan (diğer bir deyişle müziğin dinleyiciye kayıtlı bir şekilde sunulmasından) öncesine dayanıyor. 19. yüzyılda müziği kayıtlı bir şekilde satmak mümkün olmadığı için firmalar basılı nota kağıtları ve nota kitapları satıyorlardı. 1877’de Edison, ses kayıt edebilen ve kaydettiği sesi okuyabilen, tekrar üretebilen (playback) “phonograph” adını verdiği cihazı tanıttı. Bu cihaz ilk önce ofislerde not kaydetmek amacıyla kullanılmaya, ardından da 1889’da demir para ile çalışan müzik makinalarının içine yerleştirilmeye başlandı. Bu en eski jukebox’lar (kayıtlı müzik üzerinden maddi gelir edilmesi açısından) modern müzik endüstrisinin temeli veya başlangıç noktası olarak kabul edilmektedir. 1920’lerde gramofonlar ve plaklar yaygınlaşmaya başladı. Plak dükkanları açıldı, RCA (Radio Corporation of America) gibi büyük firmalar plak yapımcılığı işinin kârlı olduğunun farkına vardı ve yatırımlar yapmaya başladı, reklam ve tanıtım açısından radyoların önemi ortaya çıktı… Tüm bunlar aslında bir bakıma Müzik 1.0 için hazırlık niteliğindeydi.

Edison phonograph

Edison phonograph

 

Müzik 1.0: “Klasik” Model

Owsinski, “klasik” olarak kabul edilen, en bilinen ve en uzun süren müzik endüstrisi modelini 1.0 olarak tanımlıyor ve 1980’lere kadar, yaklaşık 50 yıl boyunca, değişmeden devam ettiğini belirtiyor. Bu çok bilinen modelde sanatçı bir demo hazırlıyor, eğer müziği iyiyse ve şansı yaver giderse bu demo sayesinde bir plak şirketi ile anlaşma imzalıyordu. Sanatçının “keşfedilmesi”, plak şirketine alınması, kontrat sonrasında albüm çalışmalarının takibi, albüm çıkışı sonrasında ise promosyon işleri ile firmanın A&R (Artist and Repertoire) departmanı ilgileniyordu. Albüm çalışmalarını (müzikal ve teknik açılardan) plak şirketinin seçtiği bir prodüktör yürütüyordu. İlk zamanlarda bu prodüktör genelde plak şirketinin kadrolu prodüktörlerinden biri oluyordu daha sonraları sanatçıların istediği üzerine bu modelden vazgeçilmiş ve grubun müziğini gerçekten anlayacak, ileri götürecek bağımsız prodüktörler ile çalışılmaya, bunlarla albüm bazında anlaşmalar yapılmaya başlanmıştı. Ben de bu şekilde yapılan bir çalışmanın, müzik ve sanatçılar açısından çok daha sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Bağımsız prodüktörlük modeline öncü eden isimlerden biri 8 Mart 2016’da kaybettiğimiz Beatles’ın efsane prodüktörü Sir George Martin’dir.

1.0 modelinde albüm prodüksiyonu tamamlandıktan sonra plak şirketi albümün çoğaltımını (plağa, kasete, CD’ye basılmasını) yaptırıyordu ve daha sonra albüm dağıtılıyordu. Dağıtım farklı bir iş kolu olduğu için bunu genelde plak şirketleri değil, komisyon ile çalışan dağıtım şirketleri yapıyordu. Dağıtımı yapılan albüm perakendeciler üzerinden dinleyiciye (ya da “ticari” bir terim kullanacak olursak “tüketiciye”) ulaşıyordu. Her ne kadar ben burada anlatırken geçmiş zaman eki kullansam da bu model (bazı küçük değişimler dışında) genel hatlarıyla günümüzde hala işleyişini sürdürüyor.

1.0 modelinde bir parçanın hit olmasında radyonun çok büyük payı vardı. Radyoda sık çalınan parçalar çok fazla insan tarafından tanınıyor, dinleyiciler ilk önce bildikleri ve sevdikleri bu parçaların single’larını ardından da o sanatçıların albümleri satın alıyordu. Radyonun single ve albüm sattırmak gibi böylesine büyük bir güce sahip olmasından dolayı programlarda kendi parçalarını daha çok çaldırmak isteyen plak şirketleri arasında korkunç mücadeleler sergileniyor, hatta plak şirketleri tarafından radyo yayıncılarına rüşvetler veriliyor, skandallar yaşanıyor ve davalar açılıyordu.

Özetleyecek olursak, 1.0 modelinde plak şirketinin sanatçı ve müzik üzerinde korkunç bir gücü ve mutlak egemenliği vardı. İmza günlerini ve benzer etkinlikleri saymazsak sanatçının hayranları ile ilişkisi ve iletişimi hiç yoktu (buna diğer modellerde tekrar değineceğiz). Radyo, parçaların ve sanatçıların tanıtımı için en güçlü ve etkili yoldu. Single’lar çok önemliydi ancak plak şirketlerine esas para kazandıran unsur albüm satışlarıydı.

1.0 modeli Amerika ve Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de geçerliydi. Farklı olarak Türkiye’de çok fazla sayıda korsan kopya satışı vardı. Plak dükkanları özellikle Türkiye’de kolay kolay bulunmayan yabancı sanatçıların plaklarını yurtdışına giden tanıdıkları sayesinde veya benzer yollarla temin eder, bunları kasete çeker ve müşterilerine satardı. “Çekme kaset” yasal değildi ama Türkiye’de uzun yıllar boyunca (90’lı yılların başlarına hatta ortalarına kadar) özellikle aşırı popüler olanların dışında kalan yabancı müzikleri dinlemek için tek yoldu.

İkinci bölüm için tıklayınız

 

Benzer paylaşımlar için beni Facebook ve Twitter‘da takip edin. Haberler için lütfen mesaj listeme üye olun.

 

Fotoğraflar:

  • Bobby Owsinski & Ufuk Önen: Aydın Ramazanoğlu (Bilkent Üniversitesi)
  • Rare Groove: Bryan
  • Phonograph: Jorge Royan