Slayer’ın üçüncü albümü Reign in Blood (1986), bir yandan grubun kariyerinde adeta bir dönüm noktası olması, diğer yandan da Amerikan thrash metal akımını şekillendiren albümler arasında yer alması açısından büyük bir öneme sahiptir. Reign in Blood‘ı 1986’da ilk dinlediğimde gerçekten çok etkilenmiştim çünkü albüm bir yandan çok karanlık, diğer yandan da ‘çiğ’ ya da ‘vahşi’ olarak tabir edebileceğim bir enerji ile doluydu (bu ikisi kolay kolay bir araya gelmiyor). Aradan otuz yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen albümün üzerimde yarattığı etki ve albüm hakkındaki düşüncelerim hiç değişmedi!

Albümde dikkatimi çeken diğer bir şey daha olmuştu. O zamanlar da prodüksiyon konusuna çok ilgili olduğum için plak kapaklarının arkalarında ve içlerinde yer alan tüm isimlere bakar, albüm nerede kaydedilmiş, prodüktörü kim, kayıt ve miksi kim yapmış, mutlaka okurdum. Reign in Blood‘ın prodüktörünün Beastie Boys ve Run DMC’den tanıdığımız, metal müzikle ilgisi bulunmayan bir isim, Rick Rubin, olduğunu görünce bayağı şaşırmıştım. Tek bir kişinin hem rap ve hip hop, hem de metal müzik üzerine çalışıyor olması o dönemlerde pek görülen bir durum değildi. O günden bu yana Rick Rubin’i hep takip ettim. Red Hot Chili Peppers, Tom Petty and the Heartbreakers, Johhny Cash, Jay Z, Lana Del Ray, Black Sabbath, Metallica, Kanye West ve daha birçokları… Rubin’in çalıştığı sanatçı ve grupların bu kadar geniş bir yelpazeye dağılmış olması benim için gerçekten hep hayret ve hayranlık uyandıran bir durum olmuştur.

Reign in Blood’a dönecek olursak… Yukarıda bahsettiğim o ‘çiğ’ ve ‘vahşi’ enerjide davulun gerçekten çok büyük bir rolü olduğunu düşünüyorum. Reign in Blood ve onu takip eden South of Heaven (1988) albümlerine baktığımızda Dave Lomboardo’nun metal müzikte efsane davulcular arasında yer almasının ne kadar normal bir durum olduğunu kabul etmemek elde değil.

Aşağıdaki videoda albümün kapanış parçası “Raining Blood”ın davul kanallarını dinleyebilirsiniz.

Davulda EQ kullanımı minimum düzeyde. Kick günümüzün metal sound’undan çok uzak, eski rock sound’una daha yakın. Alt frekanslara fazla yüklenilmemiş ama tok bir sesi var. Üst-orta frekanslar açılmamış. Oldukça doğal duyuluyor. Aynı şeyi trampet ve davulun diğer parçaları için de söyleyebiliriz. Hi-hat ve zillerde de herhangi bir abartılı müdahale yok.

00:11-00:35 ile 02:15-02:20 arasındaki özel efekt olarak eklenmiş reverb’ü saymazsak davul genel olarak oldukça ‘kuru’. Bu oldukça isabetli bir karar çünkü bu kadar hızlı bir müzikte uzun ve yoğun reverb, sound’un çamurlu hale gelmesine yol açabilirdi.

Davulu genel olarak ele aldığımızda en çok dikkat çeken özelliklerinden biri davulun her parçasının ve Lombardo’nun her vuruşunun çok net bir şekilde ve tane tane duyulması.

İşin teknik tarafı bir yana, dinlediğimiz bu parçada davul ile ilgili olan en müthiş olan şey bence Lombardo’nun performansı! Unutmayalım ki bu kayıt, editing imkanlarının çok kısıtlı olduğu analog bant dönemlerine ait bir kayıt!

 

Dave Lombardo fotoğraf: Krousky Peutebatre

Teknik terimler için müzik teknolojisi, müzik prodüksiyonu ve ses kayıt terimleri sözlüğüne göz atabilirsiniz.

Benzer paylaşımlar için beni Facebook ve Twitter‘da takip edebilir, haberler için mesaj listeme üye olabilirsiniz. Teşekkürler.

© 2017 Ufuk Önen. Her hakkı saklıdır. İzinsiz kullanılamaz.